YAŞAM 

DELİLİK VE MUTLAK SAÇMALIK

Buruk birkaç satırdır ki karalanır sokağım; hangi aklanır taşa basmalı ve hangi paklanan çukurdan kaçmalıdır ki çünkü söylenen her sözcükten yoksun mahlûkatın kör kulaklı yalpak bir kaltak gibi dünyasında dağınıktır lahzası! “Kim kimin hırsızı ve en büyük düşmanı?” biçeminden “İnsan insanın kurdudur” biçemine oynarım, sonra puslu bir bilmece sorarım ki bu sefer yalnız göremediklerim kadar varım.

Ve dalgınım, kusuruma bakmayın! Kırılmış bir kısrak porsuktan doğma porselen bebek gibi zırlar zırvalarım. Fenomenal hatalar yaşarım ve buğulanıp çıkarım zıvanadan. Tozlu enkazı gibi devinimsel bıkkınlık taşı taşırım zirveye ve diplerden taşarım yozlaşmış bir mezarlığın mezbahasından mektup atarım ve damgalarım üflendikçe tüterim geceye ve zincirlenirim, kıramadığım zincirlerim bütüncül incilimdir kibrim ve kirli tinimin birincil kini tekinsiz kinayeli illeti fısıldar ama fırıldak avlunun hayali penceresinden el sallayışından bihaberse zihnim o vakit, ezberlerim ben de her asfalt ile her kaldırımı ve her çıkmazı.

Ve korkarım ki bahtiyarım. Yeter ki izin verin çıplak bir çocuğun çırıl çağlayan gözyaşını ağlarken çarmıha gerilen ben olayım çünkü yalınayak akılsızlık ile sızar amansız çatlaklarımdan apansız varoluşsuzluklarım. Çarpık kentlerimin hangisinde kenetlenir de kaç köşe koşarım ve kaç kenarlı bir sokak ararken kanarım ben de mahallenin adım adım ritmik ahenginde? Devam ederim yürümeye, adım adım edimselleşince uysal ve duyusal alanın duyulmaz ussal yalanından uzamsal kaçışında bir kargaşanın sefasını öder kemanımın cefası, o vakit ben de canavarı ve kavgasını bağrıma basarım.

Ardından arkası gelmez omzuna yaslanırım, ipince bir çıtırtı duyar, kanar ve kanatırım tenlerim misali benleri ve senleri çiziktirdiğim gibi. Çizikliyim hayalet bir duvar sanki gelgitlerim ile gitgellerim, kayıp birer tek-benci kimliklerim. Ama olsun, yine de beklerim…

Beklerim doğuşu ve beklerim batışını güneşin. Kime göre ve neye göreyimdir ki bırakmam peşini dargın hayalin iz düşümsel delirtişini. Beklerim ki dirilişlerim delip geçsin mutlak yenilgiyi ve yem edilişin dişil delirişini izlerim ki batsın güneş geceye, doğsun ay yeniden ki yalazlı yalınlığın yalnız yansımaları yalıtışından ırak bilmeyelim kendimizi. Ve izimizin izlencesinde hayal ile kırıklık arası dizesi dizginlesin bizi ki sabredelim ve bekleyelim, bekleyelim, bekleyelim ve tekleyelim çünkü pek bilmişim ve tekrar edelim: beklemeyi bilmelisin!

Bildiklerim, bilmediklerim ve bilemeyeceklerimin ortasında çok önceleri topyekûn mecalsiz delirmiştim ve “Olsa da selamet sabrın sonu olmamalı sabrın bir zoru” demiştim. Nitekim ben de ermiş derviş gibi her deyişten birer deyim, her deyimden biraz deneyim edinmiştim. Ve serzenişlerim yer yer izlemişti kozmosun kozasından kanat çırpışını bir efektif kelebeğin ve çığlık çığlığa sessiz sedasız bir eda ile suskun nida gibi beni bana devşirirdi… Bense aksak hecelerim ve topal kelimeyi ikilemli bir teklikte seviştirirdim hep yettiğince ve onu da yitirir, hiç yetmeyen yerli yersiz denklemlerde denkleştirirdim.

Nedir ki her şey ve hiçbir şeyin kıstası, mütemadiyen varılan uzun lafın kısası; belki seksek öğretirim körebeye, sektikçe sendelerim ama olsun, yine de beklerim. Beklerim ki suda yanan ateş kıvrımlı kararlılığın kavramsallığıyla beni boğsun ki paradoksal yaşantımda iyi bildiklerime, bildiğimi bilmediklerime ve bildiğim tek şey hiçbir şey bilmediğimdir gerçeğine güleyim…

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar